BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI I (1840 – 1948)
(1997)
Posta kartları, Kartpostallar, Mektup Zarfları,
Reçete İade Zarfları, Posta havaleleri, Telgraflar
1988-1999 yılları, Türkiye’de koleksiyonculuk adına yepyeni bir dönemin başladığı yıllardır. O dönemde erbabı arasında “Nişantaşı esnafı” olarak bilinen ve Hak Pasajı’nda bir arada bulunan pul tüccarlarının mekânları, Osmanlı ve Türk posta tarihi konusunda uluslararası başarılara imza atmış büyük koleksiyoncuların buluşma yeri olup çıkmıştı. Yıllardır nitelikli koleksiyonlarını genç insanlarla paylaşacakları ve bilgi birikimlerini onlara aktaracakları sıcak bir mekân bulamayan ünlü koleksiyoncular boş vakitlerinde burayı ziyaret eder olmuşlardı. Zamanla bu topluluğa çok tanınmış yabancı koleksiyoncular da katılmaya başladılar. Aynı günlerde, Avusturya’da öğrenim gördükleri yıllarda Osmanlı kartpostalları toplamış olan Bahattin Öztuncay ve Enis Turcan adlı iki genç, o zamana kadar İstanbul’da pek tanınmayan nadir taşbaskı Osmanlı kartpostallarından oluşan birer koleksiyonu pul koleksiyoncularına tanıttı. Spesifik bir kartpostal koleksiyonu ile ilk kez tanışan pul ve posta tarihi koleksiyoncuları arasında, bu yeni ve el atılmamış dal büyük ilgi uyandırdı ve ilk yerli koleksiyonlar hemen oluşturulmaya başladı. Türkiye’de ilk kez maddi bir değer kazanmaya başlayan kartpostallar, çok geçmeden adına müzayedeler düzenlenen nesneler oldular. Özellikle Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerden, bu müzayedelerde satılmak üzere yüz binden fazla kartpostal Türkiye’ye getirildi.
Kartpostalları araştırmalarında kullanan insanlar ile, bu konuda sessizce çalışmalar sürdüren ve yılların birikimini taşıyan insanlar ve yeni koleksiyoncular, bu müzayedeler sırasında bir araya gelip tanıştılar. Koleksiyoncular kartpostaldan sonra efemeraya da büyük ilgi gösterdiler. Bugün yeni kurulan dernekleri ve adına düzenlenen müzayedeleriyle efemera, geniş bir koleksiyoncu ve akademisyen kitlesi tarafından benimsenen bir olguya dönüşmeye başladı.
Kolayca tahmin edilebileceği gibi, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarıyla ilgili halk arasında kullanılan, ama bugün her biri birer belge niteliği kazanmış efemeral malzemenin bulunması ve toplanması, Batı ülkelerine oranla çok daha zordu. Bu zorlukların en önemlisi de yazma ve saklama gibi bir geleneğimizin bulunmayışı, var olanların da azınlık konumunda kalmasıydı. Ardından, yaşanan Kurtuluş Savaşı, yanan yakılan şehirler ve büyük bölümü okuryazar olan gayrimüslim ahalinin göçü, zaten az olan malzemenin iyice yok olmasına yol açtı. Daha sonraları, 1950-1980 yılları arasında yaşanan, “geçmişten bütünüyle kurtulma”, Avrupalılaşma ve Amerikalılaşma isteği, beraberinde büyük bir tahribat getirdi. Geçmişle ilgili elde kalan belge ve objeler ne olur ne olmaz denerek bir süre daha saklanmıştı. Ama 1950’lerle birlikte, elde ne var ne yoksa satıp savma, formika, naylon, muşamba ve plastikten üretilen ürünlere taparcasına bağlanma dönemi geldi. Dedelerin, ninelerin sakladıkları özel evraka ve inatla kullandıkları objelere, onlar ölene kadar tahammül edildi. Sonrasında, eskici esnafına satılan bu nesnelerin kimi günümüze ulaşmayı başardıysa da kağıtlar genellikle üç-beş mandal ya da plastik bir leğen karşılığında SEKA’ya gitmekten kurtulamadı.
Bütün bu yaşananlardan sonra, bir Osmanlı eczacısının mektup zarfını ya da reçetesini elde etmenin zorluğu daha iyi anlaşılabilir. Eşim ve ben, koleksiyonumuzu oluşturmaya, bu güçlüğün farkında olarak başladık. Yapılması gereken ilk iş, o güne kadar hiçbir sahaf, eskici ya da antikacının gözünde değer taşımamış olan bu tür malzemenin ticaretinin kâr bırakan bir uğraşa dönüşmesini mümkün kılmak, böylece karşılarına çıkan eczacılıkla ilgili her türlü efemeral malzemeye değer vermelerini sağlamaktı. Bunu gerçekleştirmek için, kendi dışımızda koleksiyoncular yaratarak, onları yüreklendirip özendirerek, eczacılıkla ilgili hiçbir belgenin ortada kalmamasını, hatta nerdeyse kapışılmasını sağladık.
Ülkenin önde gelen müzayede kuruluşları, eczacılıkla ilgili efemeral malzemeyi hep ayrı bir başlık altında sunmaya başladılar. Böylece, eczacılık alanına giren en ufak bir belgenin bile kaybolması olasılığı kalmadığı gibi, satıcılar bu tür malzemenin nerdeyse peşinde koşar oldular. Bu noktada, minnetle ifade etmeliyim ki, efemera koleksiyonculuğunun gelişmesi konusundaki çabalarımız ve bu alandaki esnafın yapacağımız çalışmaya yürekten inanması, onların gözünde bir ayrıcalığımız olmasını sağladı.
Koleksiyonumuzu içeren bu çalışma, beş kitapta tamamlanacaktır (9 ciltte tamamlanmıştır). Bu ilk kitapta posta kartları, kartpostallar, mektup zarfları, posta havaleleri, reçete iade zarfları ve telgraflar sunulmaktadır. İkinci kitapta reçeteler, üçüncü kitapta fatura ve antetli kağıtlar, dördüncü kitapta objeler, başka bir deyişle müstahzar kutuları ve şişeleri yer alacaktır. Beşinci ve son kitap ise bir tür meslek tarihçesi olacak, ilk dört kitapta yer alan eczacıların ve ecza depolarının ayrıntılı bir dökümü ve dizininden oluşacaktır.
Bu eserin ortaya çıkmasında, bize ticari kaygıların uzağında olağanüstü destek veren dostlarımız Ziya Ağaoğulları, İsa Akbaş, Turan Erener, Yusuf Ziya Gönenç, Lütfu Seymen, Yaşar Temiz, Sabahattin Topşahin ve Yaşar Yeğen’in yardım ve desteğini bir an olsun esirgemeyen Emin Nedret İşli’nin katkıları büyük olmuştur. Her an, her yerde ikinci bir göz, ikinci bir kulak olarak koleksiyonumuza birçok malzemenin katılmasında emeği geçen ve bu çalışmanın yayımlanmasında büyük keyif aldığına inandığımız Hakan Akçaoğlu, İzmir’den özverili çalışmalarıyla inanılmaz bir koleksiyon oluşturan ve her şeylerini bizimle paylaşan Aybala-Nejat Yentürk çifti ve koleksiyonlarını bize cömertçe açan Suzan-Murat Özdoğan çifti, yıllar boyu gönül birliği paylaştığımız arkadaşlarımız olarak bu çalışmaya çok önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Bizi yüreklendirerek, akademik düzeyde araştırma yapmamıza en büyük desteği veren adların başında Prof. Dr. Turhan Baytop ve değerli eşi Prof. Dr. Asuman Baytop gelmektedir. Kendileriyle yaptığımız sohbetler, onlardan aldığımız fikirler, birlikte düzenlediğimiz eczahane ziyaretleri, Turhan Baytop hocamızın araştırmaları sırasında bize aktardığı bilgiler ve gerçekleştirdiği yayınlar, bu eserin ortaya çıkmasında can alıcı önemde bir rol oynamıştır. Mesleki açıdan yetersiz kaldığımız her konuda sorularımızı büyük bir alçakgönüllülükle ve anında cevaplama inceliğini göstermişler, onların manevi desteğini hep yanımızda hissetmişizdir. Çalışmalarımızda bizi hiç yalnız bırakmayan gerçek bilim dostları, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Nuran Yıldırım ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji Ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Ayten Altıntaş, buldukları her bilgiyi bize aktarmışlar, içinde bulundukları seçkin kurumların kaynaklarından yararlanmamızı mümkün kılarak büyük bir destek vermişlerdir. Ayrıca basım aşamasında teknik yardımlarını esirgemeyen Sinan Turan ve Serap Güler’e de teşekkür borçluyuz.
Bu nitelikte bir koleksiyon ve kitabın ortaya çıkmasında en önemli katkılardan biri de babam Asil Sandalcı’ya ait. Bu çalışmayı sürdürebilmemiz onun, oğluna aktardığı genetik özellikler, verdiği eğitim ve kazandırdığı formasyon dışında, onun alın teri ve bizlere sağladığı maddi olanaklar sayesinde mümkün olmuştur. Ölümünden önce, “Korkarım, bu oğlan benden beter olacak…” diye hayıflanırdı. Bu sözleri söylerken gizlemek istediği ama yüzünden hemen belli olan mutluluğunu haykırması gerekirken şu anda ne yazık ki aramızda değil. Rahmetle anıyoruz.
Ve yirmi sekiz yıllık dostumuz, sevgili Mualla Kerestecioğlu… Mualla’nım… Birbirini anlayan insanları bir araya getiren, bu projenin hayata geçmesinde ilk kıvılcımı ateşleyen, bizi Sayın Nejat Eczacıbaşı ile buluşturan Mila Teyze… Yıllar önce, koleksiyona ilk başladığımız günlerdi. Bir gece kapı çaldı. Mila Teyze’yle birlikte Nejat Bey: “Bu evde meraklı gençler varmış, onları görmeye geldim…” Üç saate yaklaşan bir sohbetten sonra, babasının İzmir’de hazırlattığı kolonya ilanlarını, ellerinde yoksa kendilerine vermekten zevk duyacağımı söylediğimde, Nejat Bey aynen şöyle demişti: “Bakınız evladım bu ülke sizler gibi meraklı ve hobisi olan gençlere muhtaç. Bugün bana düşen, sizden bir şey almak değil. Size katkıda bulunmaktır. Çevremde araştıracağım, bundan böyle sizin bana bir şey vermenizi değil, benim size neler bulabileceğimi düşünelim…” Ertesi sabah çalışmalarımıza bambaşka bir şevk ve heyecanla yeniden başlamıştık. Ne yazık ki, bu konuşmadan kısa bir süre sonra Nejat Bey’i kaybettik. Bu vesile ile onu da rahmetle anıyoruz. Aradan birkaç yıl geçti, bizleri Nejat Bey’le bir araya getiren Mila Teyze, bu kez Sayın Bülent Eczacıbaşı ile buluşturdu bizi. Bülent Bey sohbetimizi şu sözlerle sonuçlandırdı: ‘Biz Eczacıbaşı olarak böyle bir projeyi hayata geçirmekten onur duyarız…’
Gerçekten de çalışmalarımıza en az bizim kadar heyecan duyarak sahip çıkan ve rüyamızın gerçeğe dönüşmesini mümkün kılan, bu eserin ortaya çıkmasında en mükemmelini gerçekleştirmek adına her türlü imkânı sunan Bülent Eczacıbaşı’na tüm Eczacıbaşı camiası ve Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı’nın değerli yöneticilerine sonsuz teşekkür borçluyuz.
Koleksiyon…
Sevgi, emek, araştırma, hırs, kıskançlık, merak, mutluluk, bencillik, paylaşma… Herkes bir şey söyler… Belirtileri kişiden kişiye değişen bir duygu selidir kısacası… Ama yaşanması en zoru, en mükemmeli gururdur şüphesiz…
Çalışmamızın ilk bölümünü hayata geçirmekten duyduğumuz mutluluk, kitabımızın Türk eczacılık tarihine katkıda bulunduğunu gördükçe artacaktır.
Not: Tamamı beş ciltten oluşacak olan bu çalışmamızın bütününde yar alan Osmanlıca belgelerin büyük çoğunluğunda ‘eczahane’ sözcüğü kullanıldığından, biz de bir karışıklığa yol açmamak kaygısıyla ‘eczane’ yerine ‘eczahane’ demeyi yeğledik.
Gülnur Sandalcı- Mert Sandalcı
Ağustos 1997
BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI II (1840 – 1948)
(1998)
Reçeteler
Hekimlerin hastaya uygun bulduğu ilacın eczahaneden alınabilmesi için, adını ya da formülünü ve nasıl kullanılacağını üzerine yazdıkları kağıtlar, yani reçeteler, efemeral, başka bir deyişle kısa ömürlü “fani” malzemelerdir. Ama saklanıp korundukları zaman, öncelikle yazan doktor, sonra da yapan eczacı ve yapıldığı eczahane ile ilgili bulunmaz bilgiler içeren çok değerli birer belge olup çıkarlar. Reçeteler, üzerlerinde yer alan majistral formüller ve müstahzar ilaçlarla, dünya tıbbi ve eczacılığının eriştiği düzey; yazıldıkları ülkedeki doktor ve eczacıların bu düzeye ne denli yaklaştıkları konusunda fikir vermeleri açısından da öneli birer belge niteliği taşırlar. Çoğu dünyanın farklı bölgelerinden getirilen ilaç hammaddelerinin ülke genelinde bulunabilirliği ise, reçeteyi, yapıldığı tarihte o ülkenin milli gelir düzeyinden, toplumun gelişmişlik düzeyine, ithalat rejiminden ulaşımına kadar çeşitli ekonomik konularda bilgi veren el değmemiş bir hazineye dönüştürür. Bunun yanı sıra, kimi kez üzerlerinde yer aldığını gördüğümüz ilaç hammadde giderleri ve eczacılık hizmetlerinin tutarlarından oluşan reçete maliyetleri, bireylerin alım geçleri ile sağlık harcamaları arasındaki ilişki konusunda araştırma yapacak olanlar için eşsiz kaynaklardır.
Doktorların Batılı anlamda reçete yazmaya, eczahanelerin Batılı anlamda çalışmaya başladıkları on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren sürekli toprak kaybeden, Birinci Dünya Savaşını ve izleyen yıllarda Kurtuluş Savaşı’nı yaşayan, İkinci Dünya Savaşı’nın soluğunu ensesinde duyan Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nde, halk, çok zor yıllar yaşamıştır. Araştırmacı gözüyle bakıldığında, reçeteler, o yıllarda bu insanların sağlık sorunlarını nasıl çözdükleri ve bütün bu olayların ülkedeki sağlık hizmetlerine nasıl yansıdığı konusunda bizleri bilgilendiren gerçek belgeler olarak karşımıza çıkarlar.
Reçeteler, üzerlerine düşen görevi tamamladıkları andan başlayarak en çabuk yok edilen kağıtlardır. Yıllarca saklanan, birçok kez tekrarlanan reçeteler bile hastanın ölümünden sonra hiçbir anlamı kalmadığından yok edilmiştir. 1950’li yıllardan sonra ilaç sanayindeki gelişmeler ve müstahzar ilaç döneminin başlamasıyla birlikte, majistral formüllerin eczahanelerde yapılabilirliği sona ermiş ve bu formüller tedavi alanındaki önemini hızla yitirmeye başlamıştır. Hazırlanan reçeteye mühür vurma alışkanlığı 1960’larda giderek ortadan kalkınca, koleksiyonumuzda yer aldığı biçimiyle reçete örnekleri bütünüyle tarihe karışmıştır.
On yıldır yaşamakta olduğumuz deneyimler, bu koleksiyonu oluşturmak konusunda çok geç kaldığımızı göstermektedir. Sözgelimi koleksiyona ilk başladığımız yıllarda, tümü Fatih’teki Gündoğdu Eczahanesi’nde yapılmış olan Darüşşafaka reçetelerinin büyük bölümünün nerdeyse tümüyle eskicilere dağılmış olduğunu gördüğümüzü söyleyebiliriz. Bu da kurum arşivlerinde zaman zaman yapılan temizlikler sırasında yıllar boyunca çok büyük sayıda reçetenin heba edildiğini göstermektedir. Reçetenin efemeral bir değer olarak çok geç ele alınması ve asırlık kurum ve kuruluşlarımızın bu konuda uyarılmamış olması, bu tür arşivlerin oluşturduğumuz koleksiyona katkısını yok denecek kadar azaltmıştır. Gerek resmi gerek özel kurumlarımızın arşivlerinde halen neler bulunabileceği ise ayrı bir merak konusudur.
Koleksiyonumuzu oluştururken en büyük desteği, yıllar içerisinde her biri birer reçete avcısı olan sahaf, eskici ve efemeral malzeme satıcı dostlarımızdan aldık. Elinizdeki çalışmanın görünmez kahramanları diyebileceğimiz Ziya Ağaoğulları, İsa Akbaş, Duran Erener, Mahmut Emirmahmutoğlu, Korkut Erkan, Turgay Gemicioğlu, Yusuf Ziya Günenç, Yakup Nakri, Lütfü Seymen, Yaşar Temiz, Ahmet Tombak ve Mehmet Tombak, Sabahattin Topşahin, Mustafa Çetin Tükek ve Yaşar Yeğen’e koleksiyonumuza yaptıkları katkılardan ötürü teşekkürü bir borç biliyoruz.
Başımız sıkıştığında bilgi ve belgelerine ulaşmamızı sağlayan Emin Nedret İşli, Hakan Akçaoğlu, Aybala ve Nejat Yentük’ün yardımlarını ise her zaman gönül borcuyla anacağız.
Belgelerle Türk Eczacılığı’nın ilk cildi yayımlandıktan sonra, bizleri arayarak aile büyükleriyle ilgili kapsamlı ve ayrıntılı bilgi ve belgelere ulaşmamızı sağlayan kişiler oldu. Bu kişiler arasında Mesude Alangu’nun ayrı bir yeri olduğunu; Alangu’nun verdiği eşsiz belgeler ve gönüllü desteğiyle çalışmamıza büyük katkılarda bulunduğunu belirtmemiz gerekir. Sevgili Melih Ziya Sezer ve Ergun Başak ağabeylerimiz de bu kitabımızda bizlere unutulmaz yardımlarda bulunmuşlar, çalışmamıza bizler kadar sahip çıkarak değerli emek ve zamanlarını bu uğurda seve seve harcamışlar, bizi erişmemiz mümkün olmayan ayrıntılara ulaştırmışlardır.
Bu kitabı hazırlarken yüzlerce telefon konuşması gerçekleştirdik. Çoğu kez soyadı benzerliği yüzünden birçok insanı rahatsız ettik, ama doğru kişiyi bulduğumuzda unutulan bir eşin, babanın, annenin, dedenin ya da amcanın, böylesi bir kitapta yer alacağının öğrenilmesi, hattın öbür ucunda büyür bir heyecan uyandırdı ve çevremizde büyük bir sevgi çemberinin oluştuğunu hissettik. Bizlere inanan, güvenen, her türlü bilgi ve belgeyi vermekten kaçınmayan birçok dost insanın kitabımıza katkısı çok büyük oldu. Hepsine binlerce teşekkür borçluyuz.
Belgelerle Türk Eczacılığının bu ikinci cildinde önemli yer tutan bazı bilgiler de Dr. Nişan Çilingiroğlu’ndan gelmiştir. Dr. Çilingiroğlu, A. N. Mezbourian’ın 1956’da tamamlamış olduğu ve bu yıl basılacağının sevinerek öğrendiğimiz Ermeni Asıllı Eczacılar ve Kimyagerler adlı yazma eserinden yaptığı çevirilerle kitabımıza inanılmaz bir katkı sağlamış, bilim adına koleksiyonumuzla bu çalışmanın bir araya gelmesinin gerekliliği de böylelikle ortaya çıkmıştır. Mezbourian’ı rahmetle anarken, Ermeni Patrikhanesi yetkililerine ve Dr. Nişan Çilingiroğlu ile eşi eczacı Makruhi Çilingiroğlu’na teşekkürü bir borç biliriz.
1998 yılı içerisinde toplanan Dördüncü Eczacılık Tarihi Kongresi’nin açılış konuşmasında bizi onurlandıran ve desteğini hiçbir zaman esirgemeyen Prof. Turhan Baytop ile eşi Prof. Asuman Baytop’un yanı sıra, bizlere her zaman destek olan Prof. Nuran Yıldırım’a, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakülteleri Tıp Tarihi ve Deontoloji Ana Bilim Dallarının değerli öğretim üyelerine, açtığımız sergiler ve katıldığımız kongreler nedeniyle bizlere takdirlerini bildiren, gayret veren yerli ve yabancı bilim adamlarına ve tüm dostlara da teşekkür ederiz.
Koleksiyonumuzu oluştururken, reçeteleri eczacılarla ilgili bilgiler içerdikleri için toplamaya başlamıştık. Elinizde bulunan bu kitap, eczacıların ve eczahanelerin mühürlerinden yola çıkarak eczacıların konumlarını incelemektedir. Bu koleksiyonun ileride araştırmacılara başka yönleriyle de kaynak olması en büyük dileğimizdir. Umudumuz benzeri çalışmalar ve yayınların artması, böylece yalnızca belge bulmak ve çeviri yapmanın, akademik kariyer yapmak ve kongrelere bildiri vermek için yeterli olmaktan çıkmasıdır. Zaman zaman olağanüstü çalışmalar gerçekleştiren az sayıdaki bilim adamlarımızın daha da çoğalmasında, var olanların da çalışmalarını sürdürmelerinde önemli bir kaynak oluşturacağına inandığımız koleksiyonumuzu toplumumuza mal etmenini gururunu ve huzurunu bizlere yaşatan başta Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı başkanı Bülent Eczacıbaşı ve Vakıf yöneticileri olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürü bir borç biliyoruz.
Eczacılık Tarihi kitaplarımda mutlak isminin bulunmasını istediğim bir hocamızdı Prof. Dr. Hüsrev Hatemi…
Kendi daktilosundan, orijinal hali ile…
Gülnur Sandalcı- Mert Sandalcı
Ekim 1998
.
.




BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI III (1840 – 1948)
(1999)
Faturalar, Başlıklı Kağıtlar
Belgelerle Türk Eczacılığının bu cildinde, koleksiyonumuzda yer alan Fatura ve Başlıklı Kağıtlardan yola çıkarak eczacıları ve ecza depolarını incelemeyi sürdürüyoruz. Faturalar, ticari işletmelerle ilgili doğru bilgilere ulaşabilmemiz açısından çok önemli belgelerdir. Bu çalışmamızı araştırmacılara sunarken, özellikle Osmanlı dönemine ilişkin bu tür belgelerin yalnızca eczacılık tarihimiz üzerine değil, iktisat tarihimiz üzerine çalışmalar yapacak araştırmacılar için de eşsiz birer kaynak olduğunu vurgulamaz isteriz.
Son yıllarda birçok müzayedede satışa sunulan çeşitli meslek gruplarına ilişkin faturalar toplu olarak satılmakta, alıcılar tarafından yalnızca görsel niteliklerine açıkçası güzelliklerine bakılarak değerlendirilmektedir. Bildiğimiz kadarıyla, henüz eczacılık dışında hiçbir meslek grubuna ait faturalar bilimsel yöntemlerle incelenmek üzere bir araya getirilmemiştir.
Bu faturalar sayesinde, yerli ve yabancı müstahzarların satış bedelleri arasındaki farklar, tüketim miktarları, eczahanelerin ve depoların ticari kapasiteleri, ödeme şekilleri ve birçok konuda oldukça anlamlı bilgilere ulaşacağız. Bu tür bilgilerin yanı sıra örneğin İstanbul Osmanbey’de Nargileciyan Eczahanesi’nin sahibi Agop Bey’in bir gece nöbetinde kazandığı parayla ahşap bir konak aldığı şeklindeki söylentilerle ilgili belki de en gerçekçi kanıtları faturalar oluşturacak. Büyükada’daki Merkez Eczahanesinin sahibi Georges Papagabriel’in usta bir hayvan doldurucusu, bir tahnit ve mumyalama uzmanı olduğu yolundaki çok ilginç bazı mesleki bilgileri, 1913 yılında kesmiş olduğu görkemli bir faturadan öğreneceğiz.
Belgelerle Türk Eczacılığı’nın önceki ciltlerinde sunduğumuz haberleşme belgeleri ve reçetelerde olduğu gibi, bu kez faturalar ve başlıklı kağıtlardan yola çıkarak birçok unutulmuş eczacıyı ve ecza depocusunun hatırlayacağımız bu belgeler aracılığıyla ulaştığımız yeni bilgilerle de gelecekte yapılacak olan araştırmalar için önemli bir kaynak ağlayacağımız inancındayız.
Böyle bir koleksiyonu oluştururken sayısal anlamda ne kadar başarılı olduğumuz sorusu ile sık sık karşılaşmaktayız. Bir fikir vermek amacıyla, kısa bir değerlendirme yapmak istiyoruz. Remzi Kocaer, 1949 Türkiye Eczacılar Almanağı adlı eserinde “Türkiye’de Ecza Depoculuğu” başlıklı bir makale yayınlamış ve 1921’de kurulan Ecza Tüccarları Cemiyeti’nin aidat defterinde yer alan 38 deponun adını vermiştir. Bunlardan Şark Merkez Ecza Deposu, Sanitas, Cordova,Stefanidis, Ohanidis, Demetriadis, Kevork Parseghian, Sahak Parseghian, Nazarian, Hacıkos, Leon Botton, Moise Rafael, Faraggi, Akestorides, Filipidis, Sissa-Benbassat, Nurettin Evliyazade, Kebabciyan, Ekrem & Necip, Hasan Hassan, Moiz Parally, Ali Kemal, Yakovides, Fils Botton, Mehmet Ali Albayrak, Mehmet Galip ile ilgili belgeler bulunmuş (26 adet); Xenis, Kaltakçıyan, Kraniadis, Apostolidis, Mastrap, Landriadis, Gregoriadis, Tabah, Haralambidis, Barsamyan, Ali Fuad, Hacı Mustafa Sabri (12 adet) ile ilgili belgelere ise ulaşılamamıştır. Bu cemiyette adları olmayan Takiades, Altcheh, Michel Angel, İsmail Hakkı, Arsenaki, Leon Arslan, L.V. Arslanoğlu, Celal, Rosetto, Sandalcıdis, O. Bakyan, Stavrides, Tchacon gibi elimizde belgesi bulunan önemli depoları da sayarsak 1921 yılında İstanbul’da faal olan ecza depolarını yüzde 80’e varan bir oranda belgelendirebildiğimizi söyleyebiliriz.
Remzi Kocaer, adını andığımız makalesinde, Osmanlı dönemindeki eski depolardan da söz etmiştir. Bunlardan Meziki, Kasapyan, Mehmed Kazım, Mazlumian, Ohanidis, Nedekos ve Nazarian hakkında belge bulunabilmiş; Vondisyanos, Christidis, Linos, Paraskeviades, Marko Eskenazi, Eskenazi & Bahar, Hayk Alçacıyan adlı depolarla ilgili belgeye rastlanmamıştır. Burada da oranın yüzde 50 olduğu görülmektedir.
Eczahanelerin ve ecza depolarının satış bilgileri ve yazışmalarını içeren bu belgelerin bazıları görsel bakımdan da çarpıcı özellikler taşımakta, dönemlerinin sanat akımlarından etkilenmiş hurufat ustalarının elinden çıkma birer şaheser olarak belirmektedirler.
Belgelerle Türk Eczacılığının ilk cildi yayımlandıktan sonra, çalışmamız eczacıların yanı sıra birçok filatelistin de büyük ilgisiyle karşılaşmış, koleksiyonumuzun, 2000 yılında Londra’da düzenlenecek olan dünyanın gelmiş geçmiş en büyük filateli organizasyonunda Türkiye’yi “Open Class” sınıfında ilk ve tek örnek olarak temsil etmek üzere bu sergiye gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Çalışmamızın “Reçeteler” başlığını taşıyan ikinci cildi de eczacıların yanı sıra doktorların büyük ilgisini çekmiş, majistral formüller, hocaların hocası denilen öğretim görevlilerine ait reçeteler merakla incelenmiştir.
Bundan önceki her cildin yayımlanışının ardından, yeni yeni meraklılar tanıyıp yeni yeni dostluklar kurarak, eczacılarımızla ilgili erişilmesi çok güç bilgi ve belgelere ulaştığımızı belirtmeden geçemeyeceğiz. Fatura ve başlıklı kağıtları içeren üçüncü cildimizdeki malzemenin bir özelliği de ekonomi ile sanatı buluşturması. Bu kez de farklı kesimlerden bilim adamları ve meraklıların ilgisini çekerek, bu insanların eczacı akrabaları ya da anılarındaki eczacılarla ilgili ilginç öykülere ulaşabilmeyi, böylece çalışmamızı biraz daha renklendirebilmeyi umuyoruz.
Bu malzemeyi bir araya getirmemizde bizden desteklerini esirgemeyen dostlarımız Ziya Ağaoğulları, İsa Akbaş, Turan Erener, Mahmut Emirmahmutoğlu, Korkut Erkan, Turgay Gemicioğlu, Yusuf Ziya Günenç, Yakup Nakri, Lütfü Seymen, Yaşar Temiz, Ahmet ve Mehmet Kösedağ (Tombak), Sabahattin Topşahin, Mustafa Çetin Tükek ve Yaşar Yeğen’e teşekkürü bir borç biliyoruz.
Elinizdeki cildi hazırlarken, bilgi ve birikimleriyle her an yardımımıza koşan, başta İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Nuran Yıldırım olmak üzere, Prof. Dr. Turhan Baytop ve değerli eşi Prof. Dr. Asuman Baytop’a, Nedret İşli’ye, Aybala Yentürk ve Dr. Nejat Yentürk’e, Hakan Akçaoğlu’a, Dr. Nişan Çilingiroğlu ve eşi Eczacı Makruhi Çilingiroğlu’na sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Etkinlikleri sırasında yanlarında olmaktan gurur duyduğumuz İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp tarihi Anabilim Dallarının öğretim üyelerinin tümüne verdikleri destekten ötürü teşekkür ediyoruz.
Hiç kuşku yok ki, yitip gitmiş eczacıların, ecza deposu sahiplerinin hayattaki çocuklarına, torunlarına ulaşarak derinleştirdiğimiz böyle bir uğraşın duygusal yönünü de göz ardı etmemek gerekir. Belki de otuz-kırk yıl önce yitirilmiş bir dede ya da babanın, çantamızdan çıkan belgeler ve objelerle ansızın yeniden hatırlanışı. Hakkında daha fazla bilgiye ulaşmaya çalıştığımız bir eczacıyı bize yılların ötesinden tanıtan genç bir çiftle karşılaştığımızda yüreğimize düşen mutluluk… Kitaplarımızın birbiri ardı sıra yayımlanmasıyla ölümsüzlükleri biraz daha perçinlenen eczacılarımızın çocukları ve torunlarındaki coşku… Kucaklaşmalar, dökülen gözyaşları, yeni dostluklar… Bazen ABD’den, bazen Kanada’dan açılan bir telefonda, boğazlarda düğümlenen kelimeler… Tarifsiz bir sevinç ve heyecan…
Bu imkânsızı yaşayabilmemizi sağladıkları için başta Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Bülent Eczacıbaşı ve Vakfın değerli yöneticileri olmak üzere, desteğini, katkısını ve emeğini bizden esirgemeyen herkese sonsuz teşekkürler.
Serinin bu kitabı ile ilgili yaşadığım bir önsöz krizinden burada bahsetmek istiyorum:
Belgelerle Türk Eczacılığının III. Cildinin önsözünü yazdırmak için daha önce bir kitapçıda tanışmak fırsatını bulduğum Prof. Dr. Haydar Kazgan’a baş vurdum. Önceki yıllarda çıkardığım kitaplardan yanıma alarak hocayı ziyarete gittim. Amacım konusu fatura ve başlıklı kağıtlar olacak olan bu kitabım için çok değerli bir iktisatçının yorumunu almaktı. Böylelikle kitabımın salt eczacılar için değil, iktisatçılar ve işletmeciler için de bir anlam ifade etmesini istiyordum.
Haydar Kazgan ilk iki cildi çok beğendiğini ve bana bir önsöz yazacağını söyledi. Yazdı da…
Metin bana ulaştığında beni inanılmaz bir stres basıverdi. Kitap genellikle doktor ve eczacılara dağıtılacaktı, ama bu önsöz ile buna imkân ihtimal yoktu. Eczacıbaşı’na bu durumu aksettiremezdim, cevap belliydi, kendim ettim kendim bulacaktım.
Öncelikle yeni bir yazar gerekiyordu, o tarihte İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı olan, 2014 yılında kaybettiğimiz Prof. Dr. Hakan Berkkan’dan ricacı oldum, seve seve kabul etti. Peki ya Haydar Kazgan’a ne diyecektim?
Kitap basıldıktan 1 yıl kadar sonra karşılaştık. Hoş beşten sonra ayrıldık. Haydar Hoca hiçbir şey söylemedi. Sanırım unutmuştu her şeyi, soğuk terler dökerek geçirdiğim zaman diliminin sonunda ferahlamıştım. Hocayı 2009’da kaybettik. Bana göndermiş olduğu metni ise sakladım. Bugün bu sitede toplum ile paylaşmanın zamanıdır. Bu bir özür ve af dilemedir, ancak bu önsözün hekim ve eczacılara prestij olarak dağıtılan bir yayında yer alması da mümkün değildi. Haydar Kazgan’ın kitabım için yazdığı ancak yayınlanmayan önsözünü kendi daktilosundan orijinal haliyle yayınlıyorum.
Her iki hocama da Allah rahmet eyleye…
Gülnur Sandalcı – Mert Sandalcı
Ağustos 1999
.
.
.










BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI IV (1840 – 1948)
(2000)
MÜSTAHZAR KUTULARI VE ŞİŞELERİ 1
Koleksiyonumuzu, Belgelerle Türk Eczacılığı başlığını taşıyan bir dizi kitapta toplamak üzere yola çıktığımız ilk günlerde, IV. Cildimizi müstahzar ve majistral ilaçlarla birlikte promosyon ürünleri ve laboratuvar malzemeleri gibi çeşitli objelerden oluşturmayı tasarlamıştık. Bunun nedeni, o sıralar elimizdeki müstahzar ve majistral ilaç birikiminin bir kitabı dolduracak zenginlikte olmamasıydı. Ama Belgelerle Türk Eczacılığı’nın ilk üç cildinin yayınlanmasının ardından, iki önemli ilaç firmamız daha Eczacılık Tarihi Müzesi kurma girişiminde bulundular ve “Eczacılık” antikacı ve eskici camiasında çok özel bir ticari alan olarak öne çıktı. Genellikle müzayedeler aracılığıyla satılan malzemeler konuyla ilgili herkesi harekete geçirmişti. Piyasada oluşan bu hareketlilik sonucu müthiş bir patlama yaşandı. Bu durum 2000 yılbaşına kadar sürdü ve sonra birden yerini inanılmaz bir durgunluğa bıraktı.
Bunun nedeni hakkında henüz fikir yürütmek için çok erken. Ama gördük ki sözünü ettiğimiz hareketlilik sonucunda, IV. Ciltte yer vermeyi düşündüğümüz türden malzemenin sayısı 1000’ı geçmiş.
Bütün bu gelişmeler, bizi promosyon malzemeleri, alet ve edevatı bir başka cilde bırakıp, bu ciltte yalnızca Türk ilaç sanayinin ilk yıllarında üretilen bazı müstahzarlar ile yapımı çeşitli eczahanelerde gerçekleştirilmiş majistral ilaç ambalajlarını incelemeye yöneltti. Böylece IV. Cildin başlığı Müstahzar Kutuları ve Şişeleri oldu.
Şişeler ve kutuların fotoğraf çekimleri gerçekleştirildikten sonra ise, bu başlık altında tek bir cilde sığmamızın olanaksızlığı çıktı ortaya. Bunun üzerine IV. Cildimizin iki kitap olarak yayınlanması Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı yönetimince de uygun görüldü.
Kutular ve şişeler…
Bizim kuşakta, “şişeler” denince akla ilk olarak “şişeler alıyoooom” diye bağıran eskiciler gelir. Kaldı ki, koleksiyonumuzu oluştururken çektiğimiz sıkıntıların en önemli nedenlerinden biri de eskicilerdir. Bazen birkaç mandal uğruna, bazen de bir leğen karşılığında eskicilere verilmiş pek çok şişe doğruca cam fabrikalarını boylamıştır. Bugün bulabildiklerimiz ise, çoğunlukla bakımsız yüklük ve kömürlüklerde unutulmuş, kaderine terk edilmiş örnekler…
Aslında, her birinin elde edilişiyle ayrı bir heyecan yaşadığımız bu şişeleri korkunç bir felaketten kurtulmuş birer kazazede gibi görmek, onlara büyük bir özen göstermek gerekiyor. Hele ele geçirildikten sonra üzerlerindeki en riskli çalışma, temizleme işlemi. Yıllar boyunca özel bazı temizleme yöntemleri geliştirmiş olmamıza rağmen, ilk başlarda etiketini yitirdiğimiz nicelerini ara sıra hatırlar, onlar için hala derin bir üzüntü duyarız.
Şişeler böyle de karton kutular farklı mı? Herhalde onlar da sahipleri tarafından gözden çıkarıldıktan sonra, belki bu kez eski gazete yığınları arasında bir kâğıt fabrikasının yolunu tutmuşlardır.
Teneke kutular, bu iki felaketzedeye oranla talihli sayılabilir. Üretimleri pahalı, dolayısıyla sayıları azdır, ama boylarına göre iğne, düğme, çivi, perde halkası, incik boncuk kutusu olarak çeşitli kullanım alanları bulabildikleri için, çoğu atılıp satılmamış tam tersine el altında tutulmuş, yaşamını bugüne dek sürdürebilmiştir.
Kozmetik preparatlar, kolonyalar ve kuvvet şuruplarının çoğunlukta olduğu ve toplan 300 kadar müstahzarın üretildiği 1920’lerden, modern üretime geçiş yılları olan 1950’lere kadar Türkiye’de toplam 1544 yerli ürün ruhsatlandırılmış, bunların bir bölümü için ruhsat alınmış, ancak üretime geçilmemiştir. Üretimi gerçekleşen müstahzara ait şişe, kutu, açılmamış ambalaj gibi nesnelerin bulunabilirliği konusunda bir fikir vermek gerekirse, Pertev Kreminin ortalama üretimi yılda 100.000 düzine olarak gerçekleşirken, aynı firmanın Nevrisal adlı ilacının ancak 220 düzine kadar üretilmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bu rakamların incelemekte olduğumuz 30 yıllık sürede hiç değişmediğini varsaysak bile, Pertev Kreminin yaklaşık 3.000.000 düzinesinden geriye 3 düzine bile kalmamış olduğu göz önüne alınırsa, geçmiş yıllara ait bir ilaç şişesi ya da kutusu bulmanın nerdeyse tümüyle şansa bağlı olduğunu kolaylıkla anlaşılabilir.
Koleksiyonu oluşturan malzemenin bir disiplin altında toplanabilmesini, 1929 yılında Eczacı Mehmet Daim tarafından kaleme alınan Türk Tıbbi Müstahzaratı, 1949’da Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nca yayımlanan Ruhsatnameleri Verilmiş Yerli ve Yabancı İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarat Listesi ve 1947’de Prof. Dr. Saib Ragıb Atademir’in yayımladığı Yerli Tıbbi Müstahzarlar adlı kitaplara borçluyuz. Bu yayınlar olmasaydı, kimin neyi nerde yaptığını bulmak nerdeyse olanaksız olacaktı. Yazarlarını ve yaratıcılarını saygıyla anıyoruz.
Bu kitabı hazırlarken önemli yardımlarını gördüğümüz Ziya Ağaoğulları, İsa Akbaş, Turan Erener, Turgay Gemicioğlu, Yusuf Ziya Gönenç, Lütfü Seymen, Yaşar Temiz, Ahmet ve Mehmet Kösedağ (Tombak), Sabahattin Topşahin, Mustafa Çetin Tükek ve Yaşar Yeğen’e ayrıca Üsküdar, Kadıköy, Horhor ve Çukurcuma’daki adlarını bilmediğimiz onlarca esnafa ve konuyla ilgilenen müzayede kuruluşlarına teşekkür ediyoruz.
Yine bizlere bilgi ve birikimleriyle her zaman destek veren ve gerektiğinde yardımımıza koşan başta İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Tarihi ve Deontoloji Ana Bilim Dalı öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuran Yıldırım olmak üzere, Prof. Dr. Turhan Baytop ve Prof. Dr. Asuman Baytop’a, Sayın Nedret İşli’ye, Aybala Yentürk ve Dr. Nejat Yentürk’e, Dr. Nişan Çilingiroğlu ve Makruhi Çilingiroğlu’na teşekkürü borç biliyoruz.
1920’lerin Türkiye’sinde bir müstahzar yaratmak…Bu ne denli zor bir işti? Layıkıyla yapıldı mı?
Kolonya, taharet pudrası, kuvvet şurubu, letafet suyu gibi ürünlerin adları geçtiğinde zaman zaman yüzlerde beliren tebessümler, Eczacılık Tarihi Kongrelerinden birinde bir konuşmacının “Eskiden ‘İyodopepton Kazım’ ‘İyodojen Halil’ adlı müstahzarlar vardı” sözleri üzerine salonda duyulan gülüşmeler ve benzeri olaylar, bazen kendi kendimize “Acaba bu ürünlerin yaratıcılarına haksızlık edilmiyor mi?” sorusunu sormamıza yol açmıştır.
Süleyman Ferit Eczacıbaşı, Abdi İbrahim, Mustafa Nevzat Pisak, İbrahim Edhem Ulagay gibi adların bugün ülkenin ilaç sanayinde söz sahibi firmalara veren eczacılar dışında adları artık unutulmaya yüz tutmuş, ama yaşadıkları dönemde bilimsel ya da ticari anlamda dahiyane işlere imza atmış olan eczacıları da daha iyi anlamak tanımak ve tanıtmak üniversitelerimiz için bir görev olmalıdır.
Dileğimiz, kitabımızın, böyle bir yaklaşımla gerçekleştirilecek çalışmalar kaynak olabilmesidir.
Gülnur Sandalcı- Mert Sandalcı
Ağustos 2000
BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI IV (1840 – 1948)
(2001)
MÜSTAHZAR KUTULARI VE ŞİŞELERİ 2
Neden bu geceli gündüzlü uğraşı…
Telefon idaresini bile hayrete düşüren faturalar…
Müzayedeler…
Bit pazarları…
Yaşı altmışın üstündeki herkesle konuşma arzusu…
Çocukken hangi şehirde oturdunuz?
Ailede eczacı var mı?
Bazen günlerce süren bir çabanın sonunda zorlukla hazırlanan bir ölüm tarihine ulaşırsınız sadece…
Bazen de aşağıda yayınladığımız mektup gibi bir mektup alırsınız uzaklardan…
Mektupta ülkesi için onca hizmet ettikten sonra hayatı Arnavutköy sırtlarında noktalanan bir Osmanlı eczacısının dramatik yama öyküsünü anlatılmaktadır.
Mektubun yazarı Eva Bouduris, babası Stefan Vingopulos’u kaybettiği tarihte 20 yaşında olan ve o yıllarda yaşananları gayet iyi gözlemleyen genç bir kız. Bugün ise 73 yaşında. Yaşadığı acılar kalbini öylesine burkmuştur ki, 53 yıldır İstanbul’a bir kez olun gelmeyi istememiştir. Çabalarımız Bayan Bouduris’in acılarını bir anlamda küllendirip, geçmişe doğru çok daha başka duygularla bakmasını sağlar ve artık İstanbul’u ziyaret etmesinin vakti geldiğine inandırır onu…
Bilim tarihine olan katkılara bir yana, koleksiyon yapmanın, koleksiyonun üzerinde çalışmanın ve yayınlamanın insanlar üzerinde böylesine bir etki yaratabildiğini görmenin keyfi bir başka oldu bizim için.
Bu nedenle giriş yazımızı Bayan Boudouris’in mektubuna ayırdık.
Sayın Sandalcı,
Babamın eczahanesinde hazırlamış olduğu birçok ilacın şişe ve kutusundan aşina olduğum etiketi çerçeveleyerek bir kopyasını bana göndermiş olduğunuz reçetede gördüğümde ne kadar derinden etkilendiğimi anlatamam. Bir süre önce aldığım mektubunuz ve göndermiş olduğunuz zarif çerçeve için çok teşekkür ederim.
Mektubumun ilerleyen kısımlarında babam hakkında istediğiniz bilgileri vereceğim.
Babam 1887’de Boğaziçi’nde Kandilli denilen küçük bir köyde doğmuş ve küçük yaştayken babasını yitirmiştir. Çocukken en büyük hayali eczacı olmaktı. Ancak bu hayali başarması çok güçtü, çünkü bir yandan da maddeten annesine yardım etmek zorundaydı. Bu nedenle öğrencilik yıllarında okulunun yanı sıra bir yandan da eczahanede çalışarak ve de özellikle gece nöbetlerine kalarak okuması için gerekli parayı kazanma savaşı vermiş, üniversite yıllarında yol parasından tasarruf etmek için uzun uzun yol yürümüştür. Ben genç bir kız iken geçmişteki günlerinin ne denli zor koşullar altında geçtiğini anlatır ve yaşadığımız günlerle hep bağlantı kurardı.
Bu zorluklarla 1911 yılında Eczacılık mektebinden mezun oldu. Askerlik görevinden sonra 1918-19’da İzmirli Mamolis Sarantis’le evlendi ve üç çocuğu oldu. İlias, Talia ve ben en küçük kızı Era.
Eczacılık bilimini çok severdi ve birçok meslektaşı gibi zengin olamamasının en büyük sebebi de ticareti daima ikinci plana atmasıydı. Muhtaç olanlara yardım eder, doktor çağırabilmeleri için para veriri, reçetelerini de ücretsiz hazırlardı.
Yüksekkaldırım No.556’da açtığı ilk eczahanesini, annemle evlendiği sırada Aaron Barzilai’den satın almıştı (1919-20). İkinci eczahanesini bundan birkaç yıl sonra yine Yüksek Kaldırım’da açtı.
Bu eczahaneyi çok iyi hatırlıyorum ve orada çok güzel anılarım vardır. Çocukken eczahanede zaman geçirmeyi çok severdim. Çok güzel bir dükkandı ve mobilyaları maun ağacından yapılmış ve o günün dekorasyon anlayışına göre sade, gösterişsiz ciddi bir görünümdeydi.
Babamın egzotik kuş mumyalama hobisinden ve antika merakından dolayı eczahane ayrıca ‘Güzel Kuşlu Eczahane’ adıyla da tanınırdı. İnsanlar vitrinin önünde durup içerideki kuşları ve antika ecza vazolarını hayranlıkla seyrederlerdi. O günlerde eczahaneler ilk yardım merkezleri olarak da hizmet verirlerdi. Yaralanan hastalar ve kavga sırasında bıçaklananlar ilk yardım için eczahanelere gelirlerdi. Çocukken birçok kez bu tarz vakalara şahit olmuşumdur, babam böyle yaralılarla ilgilenirken beni oradan uzaklaştırma için ayrıca bir uğraş daha verirdi.
Güzel günler 1942 yılına kadar sürdü. Babam Varlık Vergisini ödemek için o yıl eczahaneyi satmak zorunda kaldı. Görevli memur olarak 1943’de yedek olarak askere alında ve Ankara’da adını hatırlayamadığım bir hastanede bir yıl eczacı olarak çalıştı. 57 yaşında ikinci kez askerden dönmüş, eczahanesini yitirdikten ve ekonomik olarak çöküşünden sonra sıhhati epeyce etkilenmişti. Onca yıllık meslek hayatından sonra geçimini sağlamak için 1944 yılında kalfa olarak bir yıl çalışmıştır. 1945 yılında Arnavutköy’deki Sotiriades Eczahanesini bir arkadaşının yardımıyla almış ve Nisan 1949’da bir kalp krizi sonucu 62 yaşında yaşamını yitirene kadar bu eczahaneyi çalıştırmıştır. Mezarı Arnavutköy sırtlarındadır.
Mektubumun içinde bazı resimlerin kopyalarını bulacaksınız (gelecek nesiller için orijinalleri bende duruyor), Kapı önünde durduğu resim Yüksek Kaldırım’daki eczahanedir. Eltimde bir önceki eczahanenin (556 numaralı dükkân), resmi bulunuyor ve bana bunun kopyasını vereceğine söz verdi. Resmin kopyası elime geçer geçmez size göndereceğim. 556 numaralı eczahanenin resmi elinize geçtiğinde göreceğiniz gibi tabela Arap harfleriyle yazılmıştır ve bu da 1928’den öncesi olduğunu gösteriyor. Ayrıca size babamın 1943’de zorunlu askere alındığında üniformasıyla çekilen resmini de gönderiyorum.
Ben kardeşlerimin en küçüğü ve tek hayatta kalanıyım. Umarım size biraz yardımcı olmuşumdur ve hatırladığım tüm bilgiler çalışmanız için ışık tutmuştur. Bana yazmanız gerekiyorsa lütfen İngilizce yazınız çünkü ne yazık ki bunca sene sonra Türkçeyi iyi konuşamamaktayım. Ben İstanbul’u babamın ölümünün ardından 1949’da 20 yaşında iken terk ettim ve bir daha geri dönmedim. Ailemin geri kalan son fertleri ise 1955’de Yunanistan’a göç etti. Ama zannediyorum sizinle ayrıca tanışmak ümidiyle geri dönmenin zamanı geldi.
En iyi dileklerim ve saygılarımla
Eva Boudouris, 19.02.2001
Gülnur Sandalcı – Mert Sandalcı
Ağustos 2001
BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI I - 2 (1840 – 1948)
(2002)
Posta kartları, Kartpostallar, Mektup Zarfları,
Reçete İade Zarfları, Posta havaleleri, Telgraflar
Turhan Baytop,
22 Temmuz 1998…
Böyle yazıyor fotoğrafın arkasında…
O günü dün gibi hatırlıyoruz…
Sırası geldiğinde bu fotoğrafı kullanırsınız deyip vermişti sevgili hocamız…
Ne keyifli bir dostluktu bizimkisi…
Birlikte arıyorduk, birlikte istiyorduk tanrıdan…
Şu Zanni’nin para yerine
geçen pulları…
Pisa’dan mezun bir Osmanlı hekiminin diploması…
Manisadjian’ın kartpostalı…
Pilül Vaia…
Apery’nin torunu…
Dellasuda’nın mührü…
Yüzlercesi–binlercesi,
Tanrı da çok cömert davrandı gerçekten yıllar boyu, kâh o buldu kâh ben…
Hemen telefon,
Hocam yıllardır aradığımız Zanni’ye ait pulları bulduk!
Tebrik ederim, gelin ben bir yüzünüzü göreyim, hem de bir Coca-Cola içeriz…
Genellikle saat 5 civarıdır, dünyanın en büyük keyfi paylaşılır, birlikte mutlu oluruz… Hoca odada bir üçüncü şahıs varmışçasına bulunan belgenin Türk eczacılık tarihine katkısını gayet ciddi bir şekilde vurgular, ardından;
Başka? derdi muzipçe… Hepsi bu kadar mı?…
İşte 15 yıllık bu keyifli beraberlik 2002’ de noktalandı aniden…
Eczacılık Tarihi Toplantıları için hayal ettiği kaplumbağa ambleminin kabulü ve Hacı Hamdi Bey Eczacılık Tarihi Ödülünün verilişi sırasında ne yazık ki salonda bulunamadı. Eczacıbaşı’nın Şifa Müze- Eczahanesi’ni göremedi Turhan Hoca…
Hastalığı ilerlemişti
Koşa koşa gittik toplantı sonrası…
O ödülü bizlere kendi elleriyle verememenin üzüntüsünü yaşadığını hissettik…
-Çok güzel diyebildi sadece…
Yine mutat Coca-Cola’sını içti ve bir dilim pastasını yedi…
Biz karşısında için için gözyaşı döktük…
Oysa ki hayatımızın bu en anlamlı ödülünü kürsüde onun elinden alıyor olsaydık 15 yıldan sonra ilk kes kulağına,
Başka? Hepsi bu kadar mı hocam? diye fısıldayacak ve geçmiş yılların intikamını alacaktık…
Biz mi 80’indeydik O mu 40’ındaydı hiç bilemedik.
Bu satırları kaleme alırken çok yakın bir dostumuzu, biricik arkadaşımızı kaybettiğimizi daha iyi anlıyoruz ve bu kez zamanın üzüntümüze ilaç olamayacağını, ömrümüzün sonuna bir Turhan Baytop daha bulamayacağımızı biliyoruz… Sonu olmayan teşekkürler ona.
Hep özleyeceğiz, ruhun şad olsun…
Gülnur Sandalcı- Mert Sandalcı
10 Ağustos 2002
BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI II - 2 (1840 – 1948)
(2003)
Reçeteler
Belgelerle Türk Eczacılığı adlı çalışmamız, ‘Reçeteler’i içeren II. Cildin 2. Kitabıyla birlikte yedinci kitabına ulaşmış bulunuyor. Geriye baktığımızda, hiç de azımsanmayacak bir birikimin kitaplaştığını, zaman içinde bazı bilim adamı, kişi ve kuruluşların yayınımızı bir başvuru kitabı olarak değerlendirmeye başladığını memnunlukla görüyoruz.
Örnek vermek gerekirse, bizim çalışmamızdan esinlenerek yola çıkan ve Eczacı Ramiz Fidan’ın çabalarıyla önemli bir araştırmayı sonlandırmak üzere olan Bursa Eczacılar Odası, kendin eczacılık tarihini kitaplaştırmaktadır. Geçen yıl Geralimatos Firması’nın Yunanistan’da gerçekleştirdiği bizimkine benzer bir araştırmanın ürünü olan kitapta Belgelerle Türk Eczacılığı’ndan alıntı yapıldı. Çalışmalarımızın sınırlarımı dışında da değerlendirilmekte olduğunu görmek bize ayrı bir keyif verdi. Bioforma İlaç Fabrikası’nın kurucusu Eczacı Ata Evcim’in oğlu Sayın Yavuz Evcim’in kitaplarımızı gördükten sonra, babasının diplomasını kuruluş hazırlıkları içinde olan Eczacıbaşı Müzesi’ne bağışlaması ise, doğrusu bizi onurlandırdı.
Bulduğumuz birçok belge, bize ya artık emekli olup bir kenara çekilmiş, ama anlatacak pek çok şeyi olan bir eczacıyı doğrudan doğruya tanımamızı ya da ailenin sonraki kuşaklarından ona yakın bir başka kişiye ulaşmamızı sağlamaktadır.
Kitabımızın kapsamı gereği kendilerine sınırlı yer ayırmak zorunda kaldığımız Sabahat Darendeliler, Hidayet Derman gibi Anadolu’da şöhret olmuş bazı değerli eczacıların hayat hikayelerinin, başlı başına araştırılacak, ayrı birer kitap oluşturacak kadar zengin olduğunu belirtmek gerekir. Bu kitabı hatırlarken onları yakından tanımak ve hikayelerini bizzat Sabahat Hanım’ın kendinden ve Hidayet Bey’in kızı Eczacı Hikmet Şeyhoğlu Hanımefendi’den dinleyebilmek, açıkçası bize bir mutluluk verdi.
Efemera tüccarı, sahaf ve koleksiyoncu dostlarımız, bu kitabı yazabilmemizi sağlayan belgeleri her zamanki gibi büyük bir uğraşla ortaya çıkartırlarken, bir yandan da bize artık yavaş yavaş okyanusu tüketmekte olduğumuzu hissettirdiler adeta. Tüm çabalamalarımıza rağmen geçen yıl boyunca ancak 14, son altı ayda da yalnızca 1 reçete elde edebildik. Koleksiyonumuzu oluşturmaya başladığımız günlerden bu yana ilk kez böylesi bir malzeme sıkıntısıyla karşılaşıyoruz. Gerçekten sona yaklaştık mı? Yoksa, “Daha neler çıkar” diyen dostlarımız haklı mı? Bilemiyoruz.
Bilim tarihimizin en önemli efemeral belgeleri arasında kabul edilen reçetelerden oluşan bu kitabımızın, tıp ve eczacılık tarihi alanındaki araştırmacılara yararlı olması dileğiyle.
Gülnur Sandalcı- Mert Sandalcı
Ağustos 2003
BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI III - 2 (1840 – 1948)
(2005)
FATURALAR, BAŞLIKLI KAĞITLAR 2
Veda…
Nihayet,
Dile kolay, 2000’in üzerinde belgenin sekiz ciltten oluşan serüveni bu ciltle noktalanıyor.
Bu son cilt.
Haliyle “Giriş” değil bir “Veda” olacak bu kez.
Hayatınızda hiç mi hiç karşılaşma şansınız olmayan insanlar tarafından gözyaşları içinde kucaklandığımızda, kâh İskenderun’dan kâh Montreal’den zar zor konuşulan bir Türkçe ile dolu dolu bir teşekkür aldığımızda yaşadık o doyumsuz keyfi.
Los Angeles’tan yedi takım kitap almak için uçağa atlayıp gelen bir Amerikalı kitapçıya sahaf sahaf gezip cilt tamamlamak gibi bir çabaya girdiğimizde anladık ortaya koyduğumuz eserin değerini.
Ve bu kitapla aynı anda basılacak olan Feyziye Mektepleri Tarihi için hiç kimselerin giremediği Selanik Anıtlar Yüksek Kurulu’nda günlerce çalıştığımızda, Selanik Üniversitesinden profesörlerle yenen akşam yemeklerinde yaşadık o inanılmaz gururu…
Belgelerle Türk Eczacılığı ile yarı dünyayı kucakladık.
Sekiz yıldır tek bir olumsuz söz duymadan yaşanan bu müthiş manevi zenginliği içimizde hissederken biliyoruz ki Lüleburgaz’daki fabrikada iş tulumları içinde alın teri döken bir işçiden, Sn. Bülent Eczacıbaşı’na kadar her Eczacıbaşılının üzerimizde hakkı var. Onların ülke ekonomisinin sarsıldığı en zor dönemlerde dahi canla başla çalışarak, büyük fedakarlıklarla bu projeye verdikleri desteği hiç unutmayacağız.
Bizi çok mutlu ettiniz.
Sonsuz teşekkürler.
Gülnur Sandalcı- Mert Sandalcı
Ağustos 2005
BELGELERLE TÜRK ECZACILIĞI V (1840 – 1948)
(2006)
ECZACILAR
ECZA DEPOLARI
Bu kitap dizisinin sayfalarından örnekler ilk kez 3.6.1996’da Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde gerçekleştirilen III. Eczacılık Tarihi Toplantısı’nda 100 posterden oluşan bir bildiri şeklinde akademik çevrelere sunulmuştu. Daha sonra 18-20.9.1996’da Türk Tıp Tarihi Kongresi’nde (Cerrahpaşa Tıp Fakültesi) ve 19.03.1998’de Antalya Hipertansiyon Kongresi’nde sergilenecek olan bu çalışmanın kitap olarak yayınlanması o günlerde bizler için adeta gerçekleştirilmesi imkânsız bir rüya gibiydi. Eskişehir’deki toplantıya Prof. Dr. Turhan Baytop’un arzusu ve ısrarı ile katılmış ve orada bir anı defteri açmıştık. Bazıları bugün aramızdan ayrılmış bulunan, rahmetle andığımız değerli hocalarımız ve katılımcılar bu anı defterine bildirimizle ilgili duygularını, değerlendirmelerini yazmışlardı. Her biri rüyamızı gerçekleştirmek için bizi inanılmaz bir biçimde yüreklendirdiler, destek oldular. Yapmış oldukları konuşmalardan ve anı defterine yazdıklarından o denli duygulanmıştık ki “Bu kitabı ne yapıp edip yayınlayacağız” diyerek hepsine ayrı ayrı söz vermiştik.
Aradan 10 yıl geçti, bugün rüyamız gerçek oldu, onlara vermiş olduğumuz sözü tutmanın, görevimizi yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Kitapların yayını sürerken yaşadığımız çok özel bir durumu da bu satırlarda size okurlarla paylaşmak istiyorum. Son iki yılda Eczacıbaşı’nın “Penos” adlı müstahzarı için hazırlanan tanıtım programı bizi 2000’e yakın doktor ve eczacı ile buluşturdu. Bu çok heyecan verici bir serüvendi. Bizleri yazar-okuyucu konumundan farklı bir boyuta taşıdı, okurlarla aynı ortamda olayları birlikte yaşayıp değerlendirmek fırsatını yakaladık. Hiçbir zaman unutamayacağımız bu projenin hayat bulmasında emeği geçen Dr. Meltem Çakmakgil ve gayretkeş Penos ekibine teşekkürü bir borç biliriz.
Değerli okurlar, geçen yıl Belgelerle Türk Eczacılığının sekizinci cildini sizlere veda sözcükleri ile sunmuştuk. Elinizdeki bu son kitapta tam on yıldır yılmadan sürdürdüğümüz çalışmalarımızda, bugüne kadar belgelerine tesadüf edemediğimiz ancak varlığını tespit ettiğimiz, binlerce eczacımızı ve ecza-depomuzu kayda geçirmek amacını güttük. Böylelikle hem ileride Türk eczacılık tarihi konusunda araştırma yapacaklar için bir çıkış noktası sağlayacak, hem de daha önce yayınlamış olduğumuz tüm ciltlerin bir indeksini oluşturmuş olacağız. Umarız ki bu dizi için “bitiş”, ilerisi için yeni bir “başlangıç” olacaktır.
Gülnur Sandalcı- Mert Sandalcı
Aralık 2006